“9-15 Mart Dünya Tuza Dikkat Haftası” nedeniyle tuz kullanımının sağlımıza etkilerine dikkat çeken Kayseri Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Bekir Çalapkorur şunları dile getirdi.
“Tuz beslenme kavramının ana öğelerinden biri olmakla birlikte, adı sağlıktan çok hastalıkla, tavsiyeden çok yasakla anılmaktadır. Aşırı tuz tüketimi düzeltilebilir sağlıksız beslenme uygulamalarından en yaygını olup, sonuçları itibarı ile bir çok kronik hastalığın nedenleri arasında sayılabilir. Hem lezzet verici hem de sodyum ve klor ihtiyacının karşılanması için gerekli olan tuz (sofra tuzu) sodyum klorürdür. Tuzun %60’ı klor, %40’ı sodyumdan oluşur.
İnsanlar milyonlarca yıl boyunca çok düşük düzeyde tuz tüketmiştir (0,1-0,5 g/gün). Günümüzde tuz tüketimi pek çok ülkede 9 ve 12 g/gün arasındadır. Özellikle ticari konservelemenin yaygınlaşmasıyla son yüzyılda tüketimi belirgin olarak artmıştır. Bu seviyede tuz tüketimi milyonlarca yıl önceki insan atalarının tükettiğinin yaklaşık 40 katıdır.
En yaygın sodyum kaynakları sofra tuzu, kabartma tozu ve yemek sodasıdır. Günlük tüketilen sodyumun %75 kadarı işlenmiş besinlerden (zeytin, turşu, peynir, salça gibi) alınır. Tuzun tipinden ve diğer bileşenlerinden bağımsız olarak, içeriğindeki sodyum miktarının fazlalığı ya da diğer bir deyişle aşırı sodyum tüketimi sorun oluşturur. Son aylarda bazı medya organlarında öne çıkarılan “kaya tuzu zararsızdır” ifadesi, bilimsel verilere dayanmayan ticari bir pazarlama stratejisidir. Kaya tuzunun doğal olması, esansiyel bir kısım elementleri içermesi tuz olduğu ve sodyum içerdiği gerçeğini değiştirmez .
Sodyumun tüketiminin artması başta hipertansiyon olmak üzere kardiyovasküler hastalıklar ve ölüm ile doğrudan ilişkilidir. Tuz tüketimindeki artışın hipertansiyona neden olması, ekstraselüler volüm artışı, sempatik sinir sistemi aktivasyonu ve periferik vasküler direnç artışına bağlı olduğu düşünülmektedir. Yapılan klinik çalışmalar sodyum alımının azaltılmasının kan basıncındaki düşme ile paralellik gösterdiğini ortaya çıkarmıştır. Dünya Sağlık Örgütü hipertansiyon, kardiyovasküler hastalıklar ve inmeden ölümlerin azaltılması amacı ile diyetteki tuz tüketiminin derhal azaltılması için acil çağrı yapmıştır. Türkiye’de erişkinlerde hipertansiyon prevalansı %31.8, kadınlarda %36.1, erkeklerde %27.5’dir. Hipertansiyon gelişiminde rol oynayan çevresel faktörler arasında diyete bağlı tuz tüketimi en yaygın ve en önemli risk faktörüdür.
Birçok ülke, 9-12 g/gün olan tuz tüketiminin 5-6 g/gün düzeyine çekilerek, ortalama kan basıncının düşürülmesi ve kardiyovasküler hastalıkların önlenmesi için hedefler koymuştur.
Hipertansiyonluların hariç tutulduğu bir epidemiyolojik saha çalışması olan SALTurk Çalışması, Türk toplumunun 18 g/gün gibi aşırı miktarda tuz tükettiğini ve tuz tüketimiyle kan basıncı arasında ilişki olduğunu göstermiştir. Tuz tüketimi erkeklerde, obezlerde, kırsal kesimde yaşayanlarda ve eğitim düzeyi düşük olanlarda daha fazladır. Tuz tüketimiyle sistolik ve diyastolik kan basınçları arasında pozitif ilişki saptanmıştır ve her 100 mmol (2.3 g) /gün sodyum tüketiminin sistolik ve diyastolik kan basıncı değerlerinde sırasıyla 5.8 ve 3.8 mmHg artışa yol açtığı bulunmuştur. Bu çalışmadan sonra, toplumsal bazda tuz tüketimini azaltıcı bir takım önlemler (bilinçlendirme toplantıları, ekmekte tuz oranının azaltılması gibi) alınmış ve takiben SALTurk-2 çalışması yapılmıştır.
Tuz kısıtlamasının kan basıncı regülasyonuna en fazla fayda sağladığı gruplar siyah ırk, yaşlılar, diyabetikler, metabolik sendrom veya kronik böbrek hastalığı olan bireylerdir. Tuz alımını azaltmak için ilk adım sofradan tuzluğu kaldırmak (%15 azaltır) ve işlenmiş gıda tüketimini azaltmaktır.
Yüksek tuz tüketiminin hipertansiyon gelişimi, hipertansiflerde kan basıncı kontrolünün bozulması, genel olarak kardiyovasküler olay sıklığının artması, kalp yetersizliğinde morbidite ve mortalitede artış ve kronik böbrek hastalığının seyrinde ilerlemeye yol açtığı bir gerçektir. Genel popülasyon ve hipertansiflerde günlük tuz tüketiminin 5-6 gramın altına indirilmesinin hipertansiyon gelişimini önleme, kan basıncı kontrolü ve antihipertansif sayısını azaltmadaki etkisi gösterilmiştir. Kalp yetersizliği veya kronik böbrek hastalığı olan hastalarda hastalığın ağırlığı ile orantılı olarak çok daha sıkı tuz kısıtlamalarına ihtiyaç vardır.
Sonuç olarak tuz yaşam için vazgeçilmez bir maddedir. Ancak fazlası da, çok azı da zararlıdır. Modern farmakolojinin kurucusu olarak kabul edilen Paracelsus (1493-1541) “ilacı zehirden ayıran dozudur” sözü ile sanki tuzla ilişkimizi kast etmektedir” dedi.